30 Nisan 2016 Cumartesi

Hasan KORKMAZCAN WEB Sitesi Kapak Resmi Analizi (Açıklamalı Bilgi Sunumu)

1. Türk Bayrağı;
TÜRK BAYRAĞI'NIN TARİHİ VE TARİHÇESİ
Bir Söylence Göre: 1. Kosova Savaşı sonrasında savaşta ölen Türk askerlerin kanının bir çukurda toplanması sonucunda' Ay ve Yıldız'ın yan yana gelmesi ile oluştuğu söylenmektedir.
Yapılan tüm varsayımlar arasında' 1. Kosova Savaşı'nın sebep olması en büyük ihtimallerden biridir'
Türk Bayrağının Tarihçesi
Türk Bayrağının tarihçesi kısaca: Saltanatın kaldırılması üzerine 29 Mayıs 1936 tarihinde bayrağın şekli kesin bir şekilde tayin edilmiştir. 28 Temmuz 1937 tarihli, 27175 sayılı "Türk Bayrağı Nizamnamesi Kararnamesi" ile de Türk Bayrağı'nın kullanılışı düzenlenmiştir.
2. Milâttan Önce II. yy'da Urfa Göbeklitepe Tapınağında bulunan "Türk Damgası"; 
Dünyanın İlk Tapınağı Göbeklitepe Hakkında Bilmemiz Gereken 14 Şey
İnsanlık tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden düşünmemizi sağlayacak, yerleşik tarih anlayışını ve bilgilerini değiştirip, dinler tarihini sorgulatacak, bir kısmımızın varlığından haberi dahi olmadığı bir arkeolojik çalışma 1995 yılından beri Urfa Göbeklitepe'de devam ediyor. İnşası Milattan önce 10000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor. Göbeklitepe İngiltere'de bulunan Stonehenge'den 7000, Mısır piramitlerinden ise 7500 yıl daha eski. Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlanmıştır. İnşa edildikten 1000 yıl sonra üstleri insanlar tarafından kapatılarak gömülen bu tapınaklar yeniden gün ışığına çıkıyor.
1. Göbeklitepe'nin coğrafi konumu
Göbeklitepe, Şanlıurfa'nın 20 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü yakınlarında, yaklaşık 300 metre çapında ve 15 metre yüksekliğinde geniş görüş alanına hakim bir konumda yer almaktadır.
2. Göbeklitepe, tarihin bilinen ilk ve en büyük tapınağı
Neolitik döneme ait Göbeklitepe, ilk tapınağın dolayısıyla yeryüzündeki ilk inancın merkezi olabilmesi açısından önemli. Bu bölgede yaklaşık 20 tapınak tespit edilmiş ve şu ana kadar yalnızca 6 tapınak gün ışığına çıkartılmıştır.
3. En eski yapıttan 7500 yıl daha eskiye ait
Göbeklitepe bu zamana kadar bilinen en eski yapıt ve tapınaktan 7500 yıl daha eskiye ait. Göbeklitepe'nin keşfine kadar bilinen en eski tapınak ise Malta'da bulunmakta ve 5000 yaşında. Ayrıca Stonehenge'den 7000, Mısır piramitlerinden ise 7500 yıl daha yaşlı...
4. Kayaların biçimlendirilmesi ve tapınağın inşası
Göbeklitepe'nin inşa edildiği dönemde insanoğlu bitki toplayan ve hayvanları avlayan küçük gruplar halinde sürekliliğini sağlıyordu. Kayalık bölgelerden, büyük sütunların ve ağır taşların el arabaları ve yük hayvanları olmadan 2 kilometre taşınarak Göbeklitepe'ye getirilmesi için muhtemelen tarihte insanların ilk defa bu kadar kalabalık bir şekilde bir arada olması gerekmişti.
5. Mağara duvarlarındaki resimlerden kabartma hayvan figürlerine
Mağarada duvarlarındaki avcılığı temsil eden resimlerden ziyade burada hayvan figürleri tek ve kabartma olarak işlenmiş, sanatsal açıdan farklı bir anlayışı etkileyici biçimde yansıtmaktadır. Taşlar üzerinde işlenmiş akrep, tilki, boğa, yılan, yaban domuzu, aslan, turna ve yaban ördeği figürleri yer almaktadır. Bir kısım arkeoloğa göre bu hayvan figürleri tapınağı ziyaret eden farklı kabilelerin sembolü olarak nitelendiriliyor.
6. Buğdayın atası Göbeklitepe'd
Bölgede yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular doğrultusunda önemli kültür bitkisi olan ve yüzlerce genetik varyasyonu bulunan buğdayın atasının ilk olarak Göbeklitepe eteklerinde yetiştiği ortaya çıkarıldı.
7. T sütunlarda yer alan 3 boyutlu aslan figürü
Arkeologlar boyları 3 ile 6 metre arasında değişen T biçimindeki sütunların stilize edilmiş insan figürleri olduklarını düşünüyorlar. Sütunlar üzerine yansıtılan diğer figürlerden farklı olarak aşağı doğru iner şekilde tasvir edilen 3 boyutlu aslan kabartması dikkat çekiyor. Bu ve diğer aslan figürleri neolitik dönemde aslanların Anadolu'da yaşamış olma ihtimalini güçlendiriyor. İnsanları temsil eden T sütunlarının ağırlıkları 40 ile 60 ton arasında değişiyor.
8. Çiftçinin bulduğu oymalı taşla gelen arkeolojik devrim
1983 yılında tarlasını süren Mahmut Kılıç tarlada bulduğu oymalı taşı müzeye götürdü fakat eser sıradan bir arkeolojik bulgu olarak Urfa Müzesi'nde sergilenmeye başlandı. 1963 yılında ise İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi ortak bir çalışma yürütmüş, bölgeyi incelemiş fakat çalışmaların üzerinde durulmamıştır.
9. Ve çalışmalar 1995 yılında başlıyor
Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve Prof. Dr. Klaus Schmidt'in bilimsel danışmanlığında kazılar başlamıştır. 2007 yılında ise kazı başkanlığına Klaus Schmidt getirilmiştir.
10.Tarihi tapınakta tarihi hırsızlık
2010 yılında, 40 santimetre boyunda, 25-30 kilogram ağırlığında taştan yapılmış ve üzerinde hayvan figürleri olan insan başı heykelinin çıkartıldıktan iki gün sonra kazı alanından çalındığı tespit edildi.
11. Bira için tarım!
Bulgular taş devri insanlarının bira içtiğini de gösteriyor. Kazılarda şu ana kadar en büyüğü 160 litrelik kapasiteye sahip kireç taşına oyulmuş, altı bira varili bulundu. Klaus Schmidt,  bulgular ışığında, insanoğlunun ekmek için değil, bira uğruna tarıma başladığına, bunun da ilk kez Urfa’da gerçekleştiğine kanaat getirmiş.
12. Sıvı kullanılarak yapılan törenler
Arkeologlar tapınak kalıntılarındaki  zeminlerinin özellikle sıvıyı geçirmeyecek şekilde yapıldığına dikkat çekiyor. Buradan, törenleri ne olduğu şu an kesinleşmese de bir sıvı (kan, su, alkol v.b.) eşliğinde gerçekleştirdikleri fikri oluşuyor. (Foto: Tunç Süerdaş)
13. Tarımla değil tapınakla gelen yerleşik hayat
Göbeklitepe, yıllardır tarih derslerinde öğretilen "göçebe toplulukların tarımı öğrenerek yerleşik hayata geçtiği" tezini de çürütüyor. Yerleşik hayata geçişin çiftçilik ve hayvancılığın ortaya çıkışıyla birlikte gerçekleştiği düşünülüyordu. Schmidt'e göre ise avcı ve toplayıcı toplulukların Göbeklitepe gibi dini merkezlerde sürekli olarak bir araya gelmelerinin sonucunda yerleşik hayata geçilmiştir. Kalabalık toplulukların ibadet merkezine yakın olma arzusu ve çevrede bu toplulukların ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde yeterli kaynak bulunmamasından dolayı insanlar tarıma yönelmişlerdir. Yani tarım yerleşik hayatı getirmemiş, dini mabetlerin etrafında kalma arzusu sonucunda yerleşik hayat tarımı getirmiştir.
14. Göbeklitepe UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'nde
Göbeklitepe 2011 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Geçici Listesi'ne alınmıştır.
Göbeklitepe'de kazı başkanlığını yürüten Prof. Dr. Klaus Schmidt yaşadığı kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. 
"Göbeklitepe'deki kazılarda elde ettiğimiz bulgularla, dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu ortaya çıkarmıştık. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin dünyanın en büyük tapınma merkezi olduğunu tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda, Cilalı Taş Devrinde yaşamış insanların, yabani sığır, akrep, tilki, yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani bitki kabartmalarını incelediğimizde hayvanlarını evcilleştiremedikleri sonucuna ulaştık. Ayrıca, dikili taşların (Stel) üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde yaşamış olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor. Buradaki tapınak, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor" Prof. Dr. Klaus Schmidt
3. Orhun Kitabeleri'nden bir kesit;
ORHUN ABİDELERİ
Türk adının, Türk. milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin.. İlk Türk tarihi.. Taşlar üzerine yazılmış tarih.. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması.. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri.. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası.. Türk askerî dehasının, Türk askerlik sanatının esasları.. Türk gururunun ilâhî yüksekliği.. Türk feragat ve faziletinin büyük örneği... Türk içtimaî hayatının ulvî tablosu.. Türk edebiyatının ilk şaheseri... Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri.. Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı.. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi.. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı.. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser.. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık.. Türk dilinin mübarek kaynağı.. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği.. Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil.. Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika.. Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser, İnsanlık aleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları.. Dünyanın bu gün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı., v. s. v. s.
Orhun âbidelerini vasıflandırmak isteyince, insanın zihninde işte bu gibi ifadeler sıralanmaktadır.
Orhun âbideleri Göktürk devrinden kalma kitabelerdir. Göktürkler, milâttan önceki asırlarda Hunlar tarafından kurulup, değişen sülâleler ve boylar idaresinde devam edegelen Asya'daki büyük Türk imparatorluğun 6. asırla 8. asır arasındaki devresinde hüküm sürmüşlerdir. 6. asrın ilk yarısında Türk devletinin başında Avarlar bulunuyordu. 552 tarihinde Bumin Kağan, Avar idaresine son vererek Türk devletinin Göktürk hanedanı devrini açtı. O devirde büyük
kağanlığın merkezi devletin doğu kısmında idi ve batı kısmı da doğuya bağlı tâbi bir kağanlıkla idare ediliyordu. Bumin Kağanın kardeşi İstemi Kağan da 576'ya kadar bu batı bölümünün kağanı idi.
Bumin Kağan, Göktürk hâkimiyetini kurduğu sene içinde öldü ve sırasıyla üç oğlu, büyük kağanlık yaptılar. Birincisi 553'te, İkincisi 553 - 572'de, üçüncüsü de 572 - 581 tarihlerinde hüküm sürdüler. Bunlardan ikincisi olan Mukan zamanında devlet Mançurya'dan İran'a kadar uzanan kuvvetli bir imparatorluk haline geldi .
Daha sonra devlet, bir yandan kuvvetli hakanların yokluğu ve devleti teşkil eden kavimlerin çekişmeleri, öte yandan ve bilhassa Çin entrikası yüzünden bir sürü karışıklıklar geçirdi ve nihayet 630'da devletin asıl doğu kısmı Çin hâkimiyetine geçti. Zamanla Çin hâkimiyeti batı kısmına da sirayet etmeğe , başladı. Fakat bu Çin esareti daha fazla devam etmedi ve Kutluk Kağan veya ikinci adıyla İlteriş Kağan, Çin hâkimiyetine son vererek 680 - 682 senesinde devleti yeniden toparladı, İlteriş Kağan ve 691'de ölünce yerine geçen kardeşi Kapgan Kağan idaresinde devlet yeniden eski haşmetini buldu.
İlteriş Kağan'ın Bilge ve Kül Tigin adlı iki oğlu vardı. Öldüğünde bunlar 8 ve 7 yaşlarında idiler. Kapgan Kağan 716'da ölünce idareyi onun oğulları almak istedi. Fakat Bilge ve Kül Tigin kardeşler buna mâni olarak ve amcazedelerini tasfiye ederek babalarının devletine el koydular ve Bilge Kağan hükümdar oldu. İki kardeş babalarının ve amcalarının devrinden kalmış ihtiyar vezir ve Bilge Kağan'ın kayınpederi Tonyukuk'un da yardımıyla devleti daha da kuvvetlendirdiler. Sonra 731'de Kül Tigin, 734'te de Bilge Kağan öldü. Bilge Kağan'ın ölümünden 10 sene kadar sonra da Uygurlar, devleti ele geçirerek 745'te Göktürk hâkimiyetine son verdiler.
Orhun âbideleri, bu Türk hanedanının Bilge Kağan devrinin mahsulleridir. Birincisi olan Kül Tigin âbidesini ağabeyisi Bilge Kağan 732'de diktirmiş, ikincisi olan Bilge Kağan âbidesini de ölümünden bir yıl sonra 735'te kendi oğlu olan kağan diktirmiştir. Üçüncü olarak verilen Tonyukuk âbidesi ise 720-725 senelerinde kendisi tarafından dikilmiştir.
Orhun civarında Orhun yazısı ile yazılı daha başka kitabeler de bulunmuştur. Belli başlıları altı tanedir. Fakat bunların en büyükleri ve mühimleri bu üç tanesidir.
Orhun âbidelerine Orhun kitabeleri de denir. Şüphesiz bunlar kitabedir. Fakat hem maddi bakımdan, hem manevî bakımdan bu kitabeler söz götürmez birer âbidedirler. Muhtevaları gibi heybetli yapıları da âbide hüviyetindedir. Onun için bunları ifade eden en iyi isim Orhun âbideleri tâbiridir.
Kül Tigin âbidesi, kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karsı Bilge Kağan'ın duyduğu minnet duygularının ve kendisini sanatkârane bîr vecd ve coşkunluğun içine atan müthiş teessürünün ebedî bir ifadesidir. Bilge Kağan bu ruh hâli ile âbide inşaatının başında oturup, eserin hazırlanmasına bizzat nezaret etmiştir. Abidedeki ulvî ve mübarek hitabe onun ağzından yazılmıştır, âbidede o konuşmaktadır, müellif odur.
Kül Tigin âbidesi, kaplumbağa şeklindeki oyuk bir kaide taşına oturtulmuştur. Keşfedildiği zaman, bu kaidenin yanında devrilmiş bulunuyordu. Bilhassa devrik vaziyette rüzgâra maruz kalan kısımlarında tahribat ve silintiler olmuştur. Sonradan yerine dikilmiştir. Yüksekliği 3,75 metredir, itina ile yontulmuş, bir çeşit kireç taşı veya saf olmayan mermerdendir. Yukarıya doğru biraz daralmaktadır. Dört cephelidir. Doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimdir. Güney ve kuzey cepheleri ise aşağıda 46, yukarıda 44 santimdir. Âbidenin üstü kemer seklinde bitmektedir ve yukarı kısımda beş kenarlı olmaktadır. Doğu cephesinin üstünde kağanın işareti vardır. Batı cephesi büyük bir Çince kitabe ile kaplıdır. Diğer üç cephesi Türkçe kitabelerle doludur. Cepheler arasında kalan ve keskin olmayan kenarlarda ve Çince kitabenin yanında da Orhun yazısı vardır. Doğu cephesinde 40, güney ve kuzey cephelerinde 13'er satır vardır. Satırlar yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve sağdan sola doğru istif edilmiştir. Satırların uzunluğu aşağı yukarı 235 santim kadardır. Cetvelden çıkmış gibi, çok muntazam, düzgün ve güzel harflerle yazılmıştır. Abidenin Çince kitabesinde Türk - Çin dostluğu, Türk imparatorluğu ve Kül Tigin methedilmekte ve tanıtılmakta, "Gelecek hadsiz, hesapsız nesillerin dimağlarında, onların müşterek muvaffakiyetlerinin şaşaası her gün yeniden canlansın dîye, uzakta ve yakında bulunan herkesin bunu öğrenmesi için, bilhassa muhteşem bir kitabe yaptık" ve "Böyle adamların ebediyen payidar olacaklarının muhakkak olmadığını kini söyleyebilir? Uğurlu haberleri ebediyen ilân için simdi dağ gibi yüksek bir âbide dikilmiştir" gibi ifadeler sıralandıktan sonra, tarih kaydedilmektedir.
Abidenin civarında türbe enkazı, pek çok heykel parçaları ve âbideye çıkan iki tarafı heykeller, taşlar dizili 4,5 kilometrelik bir yol bulunmuştur. Bu heykel parçaları arasında son zamanlarda Kûl Tigin'in başı ile karısının gövdesi ve yüzünün bir kısmı da bulunmuştur.
Âbidenin ve türbenin inşasında Türk ve Çin sanatkârları beraber çalınmışlardır. Abidedeki kitabeleri Bilge Kağan ve Kül Tigin'in yeğeni Yolluğ Tigin yazmıştır.
Bilge Kağan abidesi, aynı yerde Kül Tigin âbidesinin bir kilometre uzağındadır. Şekli, tertibi ve yapısı tamamıyla birincisine benzemektedir. Yalnız bu bir kaç santim daha yüksektir. Bu yüzden doğu cephesinde 41 ve dar cephelerinde de 15'er satır vardır. Bunun da batı cephesinde asıl Çince kitabe vardır, Çince kitabenin üstünde ayrıca Türkçe kitabe devam etmektedir. Çince kitabe hemen hemen tamamıyla silinmiştir.
Bilge Kağan âbidesi kendisinin 734'te ölümünden sonra 735'te oğlu tarafından dikilmiştir.Bu âbidede de Bilge Kağan konuşmaktadır. Esasen âbidenin kuzey cephesinin ilk 8 satırı Kül Tiğin âbidesinin güney cephesinin, doğu cephesinin 2-24 satırları ise Kül Tigin âbidesinin doğu cephesinin mukabil satırlarına benzemektedir. Bu âbidede ayrıca Kül Tigin'in ölümünden sonraki vakaların ilâve edildiği görülür.
Bilge Kağan âbidesi hem devrilmiş, hem de parçalanmıştır. Onun için tahribat ve silinti bunda çok fazladır. Bu âbideyi de yeğeni Yollug Tigin yazmıştır. Her iki âbidede de Bilge Kağan'ın sözlerinin dışında Yollug Tigin'in kitabe kayıtlan ve ilaveleri yer almaktadır. Bu âbidenin etrafında da yine türbe enkazı ve daha az olmak üzere heykeller, balballar ve taşlar vardır.
Tonyukuk abidesi, diğer iki abidenin biraz daha doğusunda bulunmaktadır. Devrilmiş, dikili dört cepheli iki taş halindedir. Birinci ve daha büyük oları taşta 35, ikinci taşta 27 satır vardır, ikinci taşta yanlar daha itinasızdır. Ve aşınma da daha çoktur.Bu abidenin yazıları Kül Tigin ve Bilge Kağan'ınki kadar düzgün değildir. Bu âbidede de yazı yukarıdan aşağı yazılmıştır Fakat diğer ikisinin aksine satırlar soldan sağa doğru istif edilmiştir. Tezyinatı da diğer kitabelerdeki kadar sanatkarane değildir. Tonyukuk âbidesinin yanında da büyük bir türbe kalıntısı, heykeller, balballar ve taşlar vardır.
Tonyukuk âbidesini, İlteriş Kağan'nın isyanına iştirak eden ve o günden Bilice Kağan devrine kadar devlet idaresinin baş yardımcısı olarak kalan büyük Türk devlet adamı ve başkumandanı Tonyukuk. ihtiyarlık devrinde bizzat diktirmiştir. Bu âbidede Tonyukuk konuşmaktadır, bu âbidenin müellifi odur.
Kül Tigin ve Bilge Kağan âbideleri Baykal gölünün güneyinde Orhun nehri vadisinde Koşo Tsaydam gölü civarında 47,1. arz ve 102 tul derecelerinde bulunmaktadır, Ötüken ormanın da buradaki Hangay sıradağlarının bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Tonyuk'uk âbidesi ise biraz daha doğuda 48. arz ve 107. tul dereceleri arasında Tola nehrinin yukarı mecrasında Bayn Çokto denilen yerin yakınında bulunmaktadır.
Orhun âbidelerinin bulunuşu insanlığın en büyük keşiflerinden biridir. Orhun harfleri ile yazılı kitabelerden daha 12. asırda tarihçi Cüveynî Târih-i Cihanküşa'sında bahsetmişti, ayrıca Çin kaynakları da çok eskiden bu âbidelerin dikildiğini bildirmekte idi. Fakat 18. ve 19. asırlara kadar Orhun harfli yazılar ve âbideler ilim âleminin meçhulü olarak kalmıştı. Önce Kırgızlara ait mezar taşlarından ibaret bulunan ve tek tük kelimelerle isimleri ihtiva eden Yenisey kitabeleri bulunmuştur.İlk defa nebatatçı Messerschmidt 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılı bir taşı tespit etmiştir. Fakat Orhun harfli kitabelerin yolunu açan ve bu hususta ilim aleminin dikkatini çeken Strahlenberg olmuştur. 1709'da Poltava muharebesinde esir düsen bu İsveçli subayı Ruslar Sibirya'ya sürmüşlerdir. Sürgünde 13 sene kalan, Messerachmidt'e yardıra eden ve serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunan Strahlenberg 1722'de vatanına döndükten sonra, 1730'da araştırmalarının neticesini yayınlamış ve bu arada eserinde meçhul Yenisey kitabelerinden de bahsederek bazılarını yayınlamıştır. Bu yayın derhal ilim âleminin dikkatini çekmiş ve Orhun âbidelerinden bir iki asır öncesine ait bulunan Yenisey kitabeleri arka arkaya bulunmaya bağlamıştır. Nihayet 1899'da Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Kül Tigin ve Bilge Kağan âbideleri olduğu anlaşılan Orhun hitabelerini bulmuş, bunun üzerine 1890 tarihinde Heikel'in başkanlığında bir Fin, 1891'de de Radolff'un başkanlığında bir Rus ilmî sefer heyeti mahalline gönderilmiştir. Her iki sefer heyeti de âbideleri yakından tetkik etmiş ve fotoğraflarını alarak dönmüştür, Fin heyeti getirdiği mükemmel fotoğrafları Avrupa ilim merkezlerine dağıtmış, öte yandan hem Fin heyeti, hem de Radloff, getirdikleri malzemenin fotoğraflarını büyük atlaslar halinde neşretmişlerdir. Bu atlas yayınları ile âbidelerin okunması çalışmaları hızlanmış ve daha başka yazıları da çözmüş bulunan Danimarkalı büyük âlim Thomsen, kısa bir zaman sonra, 1893'te Orhun yazısını çözmeğe muvaffak olmuştur, önce, âbidelerde çok geçen Tengri, Türk ve Küt Tigin kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün âbideleri okumuş, ve böylece Türk milletinin, ebedî minnettarlığına mazhar olmuştur.
Artık bu çözümden sonra bir yandan Thomsen, bir yandan Radloff âbidelerin metni vs tercümeleri üzerinde adeta yarışa girmişler, bunu diğer âlimler takip etmiş ve zamanımıza kadar bu büyük Türk âbideleri elden düşmemiştir. Amerika'dan Japonya'ya kadar Avrupa'da ve medeni âlemde hemen hemen her dilde bu âbideler üzerinde araştırmalar yapılmış, 6 tanesi büyük olan Orhun harfli yeni kitabeler ve metinler bulunmuş, nesirler birbirini kovalamıştır. Son olarak genç Türk âlimi Talât Tekin Amerika'da Orhun Türkçesinin mükemmel bir gramerini ve kitabelerin yeni bir neşrini yapmıştır. Son zamanlarda Orhun sahası arkeolojik araştırmalarda da ön plâna geçmiş ve burada yüzlerce heykel, balbal, çeşitli eserler ve şehir harabeleri bulunmuştur. Burada Çekoslovak âlimi L. Jisl, Kül Tigin heykelinin başını da bulup gün ışığına çıkarmıştır. Bugün, Orhun kitabeleri üzerinde yapılan araştırmaların adları bile bir kitap teşkil eder.
Orhun âbidelerinin manzum olduğunu ileri sürenler vardır. Hattâ bir Rus bilgini bu hususta geniş bir deneme yapmış ve âbideleri manzum olarak yayınlamıştır. Tabiî, bu görüş doğru değildir. Fakat abidelerdeki dilin ve üslûbun ahengini göstermesi bakımından dikkate değer bir husustur. 
4. Gazi I. Meclis Kürsü'sü orijinal levha. "Hakimiyet Milletindir"
MECLİS'TE TARİHİ LEVHA
Anayasa'nın 6. Maddesi'nde belirtilen "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" hükmünün özünü oluşturan "Hakimiyet Milletindir" yazılı levha, 77 yıl önce 30 Kasım 1925'te Büyük Millet Meclisi kürsüsünün arkasına asıldı. Tekke ve türbelerin kapatılmasını öngören yasal düzenleme de aynı gün yapıldı.''Hakimiyet Milletindir'' yazılı levhanın asıldığı ikinci Meclis binası, 1923 yılında mimar Vedat Tek (1873-1942) tarafından CumhuriyetHalk Fırkası Mahfeli olarak tasarlanarak inşa edildi. Bu bina, birtakım değişikliklerden sonra II. TBMM binası olarak 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açıldı. 29 Ekim 1924'te Cumhuriyetin yıldönümü kutlanan ikinci binada 31 Ekim 1924'de ilk oturum yapıldı.II. TBMM binası, işlevini 27 Mayıs 1960 tarihine kadar 36 yıl  boyunca sürdürdü. Bugünkü TBMM binası 6 Ocak 1961'de hizmete girdiktensonra, Merkezi Antlaşma Örgütü'ne (CENTO) ayrıldı. 1961-1979 yıllarında CENTO Genel Merkezi olarak kullanılan bina, Ekim 1981'de Cumhuriyet Müzesi olarak ziyarete açıldı. Müzede bugünlerde yoğun bir restorasyon çalışmalarına tanık olunuyor.MİLLİ EGEMENLİK22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan Amasya Tamimi, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihlerinde toplanan Erzurum Kongresi ile 4-11 Eylül 1919 arasında yapılan Sivas Kongresi'nde milli egemenliğe doğru adımlar atıldı.Millet Meclisi'nin 23 Nisan 1920'de açılmasıyla ''egemenlik'' milletin eline geçti. 20 Ocak 1921'de kabul edilen ''Teşkilatı EsasiyeKanunu''nun ilk maddesini, ''Hakimiyet bila kaydü şart milletindir. (...)'' oluşturdu. 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu'nda ise ''egemenlik'' esası, üçüncü maddede, ''Hakimiyet bilakaydüşart Milletindir'' olarak belirtildi. Bu kanunun Türkçeleştirilmesini sağlayan 10 Ocak 1945 tarihli 4695 kanun sayılı Anayasa'da üçüncü maddede yer alan hükümle ''Hakimiyet bilakaydüşart Milletindir'' ibaresi, ''Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir''e dönüşümünü tamamladı.1961 Anayasası'nda ise kavram, ''Egemenlik'' başlığı altındaki Madde 4'te, 1982 Anayasası'nda da aynı başlık altında 6. maddede yer aldı.MUSTAFA KEMAL'İN KARARLILIĞIMustafa Kemal, daha 1919'da; 7 Ağustos'u 8 Ağustos'a bağlayan gece, Mazhar Müfit Kansu'nun hatıra defterine şunları yazdıracaktı:''Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce bir sorunuz üzerine söylemiştim. Bu bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç: Örtünme kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.''Saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihindeki şu sözleri, O'nun ulusal egemenlik kavramı konusundaki kararlılığını ortaya koyar:''Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de Türk milleti bu saldırganların hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız; meselesi değildir. Mesele zaten bir oldubitti gerçeği açıklamaktır. Bu mutlaka olacaktır.Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek usulü dairesinde ifade olunur. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. Ulusal egemenlik bu güçlü iradenin eseridir. (...)''TEKKELER, TÜRBELER KAPATILIYOR
Mustafa Kemal Atatürk, 23 Ağustos-1 Eylül 1925 tarihlerini kapsayanKastamonu gezisi sırasında, Cumhuriyet Halk Fırkası binasında, 30 Ağustos'ta yaptığı konuşmasında tekkelerin kapatılacağını duyurur ve ''Efendiler ve ey millet, iyi biliniz kiTürkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, tarikat-i medeniyedir'' diyerek, uygarlık yolunu gösterir. Buna ilişkin haber de gazetelerde Anadolu Ajansı mahreciyle yer alır.Bakanlar Kurulu da 2 Eylül'de, bu doğrultuda, 2413 sayılı kararınıalır. Buna ilişkin haberi de A.A şöyle yayına koyar:''Ankara, 3 (A.A) - Tekke ve zaviyatın seddine ve ilmiye sınıfı ile kisvesine ve bilumum devlet memurlarının kıyafetine dair ahiren İcra Vekilleri Heyetinin 2 Eylül 1341 tarihli içtimaında ittihaz edilen 2413 nolu karar berveçh-i atidedir:Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf suretiyle inşa edilmiş ve gerek şeyhin mülkü olarak matabu taht-ı temlikinde bulunmuş olan bilumum tekkeler ve zaviyeler bila istisna kamilen kapatılmıştır. (...)''30 Kasım 1925 tarihinde de tekke ve türbelerin kapatılmasını, tarikatların kaldırılmasını öngören ''Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun'' kabul edilerek, genç Cumhuriyet yolunda ilerlemesini sürdürür.
5. TBMM 2. Binası. Ulus. Milletvekillerinin Hitap Kürsüsü. "Hakimiyet Milletindir"
TARİHTEN BUGÜNE MECLİSLERİMİZ…
Ulus’ta yer alan 1.TBMM Binamız bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak 1961 yılından beri ziyaretçilerini ağırlıyor. Bina ilk olarak 1915 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti için inşasına başlanmış. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasına karar verildiğinde bu binanın kullanılmasına karar verilmiş ve 115 temsilci ile ilk toplantı yapılmış. En yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mebusu Şerif Bey geçici başkanlığı üstlenerek açılış konuşmasını yapmış. Ardından Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa söz alarak Meclis’in hangi üyelerden oluşacağına dair bir açıklama yapmış. Ertesi gün yapılan ikinci toplantıda da Mustafa Kemal Paşa oybirliği ile Meclis Başkanı seçilmiş. İlk anayasa, İstiklal Marşı’nın kabulü, Saltanatın kaldırılması bu Meclis tarafından kabul edilmiş, Ankara’nın başkent olması, Lozan Barış Antlaşması, Cumhuriyet’in ilanı gibi önemli kararlar bu meclis çatısı altında alınmış. Yine bu meclis Atamız’ı cumhurbaşkanı seçmiş…
Genel Kurul Salonu’ndaki sıralar okullardan, yağ lambaları ve sobalar civar kahvehanelerden getirilerek millet egemenliğine dayanan ilk meclis binasının temelleri de yine halkın el ve gönül birliği ile oluşturulmuş. Genel Kurul Salonu’nda Arap harfleri ile “Hakimiyet milletindir” yazıyor ve Atamız’ın isteği üzerine salonda resmine yer verilmiyor.
Binanın diğer bölümlerinde, Meclis Başkanı, Katipler, Encümenler Odaları ile Kulis yer alıyor.
Ve 2.TBMM… Cumhuriyet Müzesi… Bu bina 1923 yılında Mimar Vedat Tek tarafından tasarlanıp, inşa edilmiş, 18 Ekim 1924-27 Mayıs 1960 tarihleri arasında geçen 36 yılda meclis binası olarak hizmet vermiş. 1924-1960 yılları arasında Genel Kurul Toplantı Salonu’nda Atatürk ilke ve devrimleri gerçekleştirilmiş, çağdaş yasalar çıkarılmış, önemli anlaşmalar yapılarak çok partili sisteme geçiş sağlanmış. Atatürk, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında 36 saat 33 dakika süren “Büyük Nutku”nu bu salonda okumuş…
Müze girişindeki ilk oda Atatürk’e ayrılmış ve hayatı kronolojik olarak fotoğraflarla burada anlatılmış. Atamız Türkiye Cumhuriyeti’ne 1923-1938 tarihleri arasında cumhurbaşkanlığı yapmış… İkinci oda 1938-1950 tarihleri arasında görev alan 2. cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’ye, üçüncü oda da 3.Cumhurbaşkanımız olan Celal Bayar’a ayrılmış olup kendisi 1950-1960 yılları arasında hizmet vermiş… Atatürk ilke ve inkılaplarına dair çeşitli obje ve bilgiler sergilendiği çeşitli odaları gezerken en ilgimi çeken Atatürk’ün 10.yıl nutkunun kayıtlı olduğu plak ve seslendirdiği mikrofon oldu. Müzenin ikinci katında ise Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Çalışma Odası, Kabul Salonu’na yer verilmiş.
Günümüzde kararların alındığı üçüncü ve son TBMM binasındayız. Cumartesi 11.00-16.00 arası her saat başı tanıtım için gezilebiliyor. İki ayrı güvenlik aşılıyor önce. Kimlik teslimi ile giriş sağlanıyor. Üstteki geniş locada yerimizi alıyoruz. Bir rehber bize anlatıyor salonun fiziksel özelliklerini, meclisin işlevlerini. 6 Ocak 1961’de açılmış, 22 sene inşası sürmüş. “U” biçimindeki koltuklar milletvekillerine ait. Altta 4 giriş var. Oturuş açısı sağdan sola doğru en çok oy alan partinin olacak şekilde konumlandırılıyor. Karşıda yarım daire şeklinde Başkanlık Divanı kürsüsü yer alıyor.18 kişiden oluşur ve milletvekilleridir diyor rehber. Bayrakların önündeki sağ ortada yer alan sırt bölümü uzun koltuk Başbakan’a aitmiş. Sol taraf komisyonun koltukları. 17 komisyon var bakanlık ve başbakanlıktan gelen. 550 milletvekili yer alıyor. Cumhurbaşkanı onama makamı. Sol balkon diplomat locasının. Ülkemize gelen yabancı misyon burada ağırlanıyor. Bizim oturduğumuz alan da halk meclisi. Salonun içi 1998’te yenilenmiş. Tavanda yer alan 16 avizenin sayısı rastlantı değil. Tarihteki bağımsız Türk devletlerini simgeliyor. Çekoslavak bohem kristalinden yaptırılmış. Meclisteki tüm konuşmaların stenograflarca kayda alınıyor. 5 kişiler ve kendi içlerinde bir trafikleri var. İşleri oldukça güç olduğundan 10 dakikada bir değişiklik yapılıyor. Çıktıklarında da Türkçe’ye döküyorlar. Bu da zapta dönüşüyor. Sonra 2 tür oylama yapıldığından bahsediyor. Açık oylamada isimle ya da elle kabul/red/çekimser olarak yapılıyor. Kapalı oylamada kabinler kuruluyor ve kabul/red/çekimser nitelikli farklı renk kartları veriliyor. Oylamalar sağ ve solda yer alan ekranlardan Genel Kurul’a ilan ediliyor. Ortada yer alan Atatürk çiçeği her yıl yenileniyor. Ve yine Atatürk resmi diğer meclislerimizde olduğu gibi bu mecliste de yer almıyor.
Hepsinde tek olan ve değişmeyecek bir şey varsa o da “Hakimiyetin milletin…” olması…
6. Hasan Korkmazcan.
HASAN KORKMAZCAN’IN ÖZGEÇMİŞİ
01.05.1941 tarihinde Tavas Aydoğdu Köyü’nde doğdu.
EĞİTİM
1953 yılında Aydoğdu Köyü İlkokulu’nu, 1960 yılında Isparta İmam Hatip Okulu’nu, 1962 yılında Denizli Lisesi’ni bitirdi. Şubat 1967’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukatlık stajını İstanbul Barosu’nda tamamladı.
GAZETECİLİK
1956-1962 Demokrat, Isparta, Mücadele, Yeni İnkılap gazetelerinde köşe yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğünde bulundu. 1964-1969 yıllarında İstanbul’da Sabah Gazetesi haber müdürlüğü, Mavi Kırlangıç eğitim gazetesinde genel yayın müdürlüğü yaptı. 1979’da Zaman Gazetesi kurucuları arasında yer aldı. 1986-1991, 2002-2012 yıllarında Parlamento Dergisi’nin sahipliğini üstlendi.
AVUKATLIK VE KAMU
1968-1986 yıllarında İstanbul Barosu’na, 1986-1991 arasında Ankara Barosu’nda kayıtlı olarak serbest avukatlık yaptı. 1983-1988 Sümerbank Başhukuk Müşavirliği, Mannesman- Sümerbank A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği, Süti, Köyteks, Sümertaş ve Tofaş A.Ş. Yönetim Kurulu ve Murahhas üyeliklerinde bulundu.
SANAYİ VE İŞ HAYATI
1977-1991 yılları arasında Puro, Taciroğlu Holding, Yarın Yayıncılık, Fono Müzik A.Ş., Astay Holding, Opet  ve Ortay A.Ş. gibi özel kesim kuruluşlarında Yönetim Kurulu Başkanlığı, Üyeliği ve Murahhas Üyelik görevi yaptı.
SENDİKA YÖNETİCİLİĞİ
1983-1987 yıllarında Sümerbank İşveren Sendikası ve Kamu- İş İşveren Sendikasında kurucu yönetim kurulu üyeliğine seçildi.
ÇEVRE, KÜLTÜR-SANAT
1957-1960 yıllarında Isparta’da Orta Öğretim Gençliği Ağaçlandırma Teşkilatı (OGAT) kurucu ve genel başkanı, 1960-1962 yıllarında Tokat- Reşadiye’de Bereketli Ağaçlandırma ve Güzelleştirme Derneği Başkanı olarak çevrecilik, sanat ve kültür çalışmaları organize etti.  Bereketli’de bölge kütüphanesi, çocuk korosu, köy tiyatrosu ve köy ormanı kurdu.
GENÇLİK KURULUŞLARI
1962-1965 yıllarında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı ve Yüksek Öğrenim Gençliği Kıbrıs Mücadele Komitesi Başkanlığı görevlerine seç ildi.
SİYASET, PARLAMENTO VE DEVLET HİZMETİ
1969’da AP Denizli Milletvekili seçildi. 26 Haziran 1970’de AP’den ihraç edildi. Aralık 1970’de Demokratik Parti Kurucuları arasında yer aldı ve DP’nin ilk TBMM Grup Başkanvekili seçildi. 1973 seçimlerinde tekrar Denizli Milletvekili seçildi. 1977 seçimlerine kadar DP TBMM Grup Başkanvekilliği görevini  sürdürdü. 1977’de DP Genel Başkan Yardımcısı seçildi ve bu görevi DP’nin kapanışına kadar sürdürdü.
1971-1972 yıllarında Partilerarası Anayasa Komisyonu Başkanlığı yaptı.
1983 yılında Denizli’den Bağımsız Milletvekili Adayı oldu. MBK tarafından veto edildi.
1991 seçimlerinde ANAP’tan Denizli Milletvekili seçildi ve bu dönemde ANAP TBMM Grup Başkanvekilliği görevini yürüttü. 1995 seçimlerinde tekrar ANAP Denizli Milletvekili olarak TBMM’ye seçildi ve 20. Dönem süresince TBMM Başkanvekili, TBMM Kültür Sanat Yayın Kurulu Başkanı ve Partilerarası Uyum Komisyonu Başkanı olarak görev yaptı. Bu dönemde kanunlar gereği TBMM Başkanı ve Cumhurbaşkanı Vekili görevlerini de üstlendi.
ASKERLİK GÖREVİ
Askerlik görevini 1960-1962’de Tokat-Reşadiye Bereketli İlkokulu’nda ve Amasya Tugayında Yedek Subay Öğretmen-Teğmen olarak tamamladı.
PARLAMENTER KURULUŞLARI VE DIŞ GÖREVLER
1987’de Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanlığı’na seçildi. 1992 yılına kadar bu görevi sürdürdü. Daha sonra TPB görevini yönetim kuruluna seçilerek devam ettirdi. 2002 yılında tekrar TPB Genel Başkanı seçilen Korkmazcan Haziran 2012 tarihine kadar aralıksız olarak dört dönem daha bu göreve seçildi. 1988-2012 yılları arasında başlangıçta “Beşli Grup” daha sonra “Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Ülkeleri Eski Parlamenterleri Birliği” adını alan Uluslararası Parlamenterler Örgütü’nün kurucuları arasına katıldı ve 2013’e kadar Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. Korkmazcan 1991-1995 yılları arasında Parlamentolararası Birlik (Dünya Parlamentosu) Türk Delegasyonu üyesi olarak görev yaptı. Ayrıca iki dönem KEİPA ve Akdeniz Ülkeleri Parlamenterler Asamblesi’nde TBMM Heyet Başkanı olarak görev yaptı.
2007 yılında kurulan Uluslararası Parlamenterler Platformu’ nun (Türk ve İslam Dünyası Parlamenterlerinin sivil kuruluşu) Kurucu Başkanı olan Korkmazcan halen TPB Onursal Genel Başkanı ve Başkentliler Platformu Kurucular Kurulu Başkanı’dır.
AİLEVİ DURUMU
Korkmazcan, Refika Güldoğan Korkmazcan ile evlidir. İki kızı (Av. Selva Işık, Dr. Selcen Korkmazcan) ve iki torunu (Yağmur Işık, Yasemin Işık) vardır.
7. Çanakkalle'de, "Şehid için yapılan Bayrak Töreni" ve Şehid'in Türk Bayrağını Selâmlaması. 

6 Haziran 2015 Cumartesi

TPB Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan konuştu: "Günümüzde, AKP uygulamaları, 12 Mart 1971 Cuntacıları ile paralellik” taşıyor” dedi...

Hasan Korkmazcan, “AKP uygulamaları, 12 Mart 1971 Cuntacılarıyla “paralellik” taşıyor” dedi
Hasan Korkmazcan, “Bugün için yapılan AKP uygulamaları, 12 Mart 1971 dönemi Cuntacılarıyla “paralellik” taşıyor” dedi. 12 Mart Askeri Cuntasına karşı dik duran o dönemin kahramanı Hasan Korkmazcan; Cunta darbesinin 43. yıldönümünde Anayurt Gazetesi’ne açıklamalarda bulundu. Hasan Korkmazcan, yaptığı açıklamalarda:
PEKİ, TÜRKİYE'Yİ BU DURUMA KİMLER GETİRDİ?..
Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan süreçler ve çalkantılar konusunda devlet erkini elinde bulunduranları uyararak “Berfin Elvan’ın babasının Cumhurbaşkanı Gül tarafından komaya girdikten 268 gün sonra aranması, vatan sınırlarını beklerken 40 günlük evladının soğuktan donarak öldüğünün haberini alan bir baba; Peki, Türkiye’yi bu duruma kimler getirdi?” dedi.
Korkmazcan Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan süreçler ve çalkantılar konusunda devlet erkini elinde bulunduranları uyararak“Berfin Elvan’ın babasının Cumhurbaşkanı Gül tarafından komaya girdikten 268 gün sonra aranması, Güneydoğu’da bir babanın çocuğunun cenazesini sırtında taşıması, İşsizlikten 2 yaşında ki çocuğunun boğazına bıçak dayayan ve intihar etmeye teşebbüs eden baba, Vatan sınırlarını beklerken 40 günlük evladının soğuktan donarak öldüğünün haberini alan bir baba; Peki, Türkiye’yi bu duruma kimler getirdi? Hala koltuklarına yapışanları uyarıyorum sorumluluk ve görevini yapmanın karşılığını bulacaksınız” dedi.
Korkmazcan yaptığı açıklamada şunları söyledi: 
KADİM TÜRK DEVLETİNİN DEVAMI
“ Türkiye Cumhuriyeti Devleti kadim Türk Devletinin devamı olarak dimdik ayaktadır. Devlet yönetimini ele geçirenlerin tahribat, başarısızlık ve düzeysizliklerini hiç kimse devlete mal edemez.
Kendisini hukukun üstünde gören yönetimlerin bütün karar ve tasarrufları meşruiyetlerini kaybetmiş olduğu için tartışılır. Yasaları bağlayıcı görmeyen kamu görevlileri icraatlarıyla kendileri için suç kanıtı bırakıyorlar.12 Mart döneminin anti demokratik projeleri mecliste bilinçli direniş ve dik duruşla geçersiz kılınmıştır.AKP iktidarı demokrasi zemini dışına çıkmıştır. AK diye hazırlanan projenin ne kadar KARA olduğu ortaya çıkmış ve çökmüştür. Kendilerinden sorulacak olan hesabın dosyaları için suç belgeleri bırakmaya devam eden odakların artık Türkiye’nin geleceğinde yer alması mümkün değildir.
12 Eylül darbesiyle koordinatları Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı çizilmiş olan siyasi ve ekonomik saldırı artık gücünü kaybetmiştir. Artık Türk milletinin ülkeyi gizli işgalden , bölünmekten iç kargaşadan ve milli kültür, milli ahlak temellerine yönelik saldırılardan kurtarma zamanı gelmiştir. 
DEMOKRATİK PARTİ VE DARBE SÜRECİ
Milli güçlerin en az 12 Mart darbe sürecinde ki DEMOKRATİK PARTİ muhalefeti kadar etkin olabilme yeteneği ve gücü vardır.Çökmüş AKP rejiminin yerine milli iktidarı oluşturacak yolculuğa en kısa zamanda başlanılmalıdır.İşlevsizleştirilen devlet kurumları yeniden işlevsel hale getirilecektir.
Küresel güçlerin proje enstrümanı olmaktan TÜRK siyasi yapısı acilen çıkarılmalıdır. AKP iktidarının yarattığı oldu, bittiler geçersizdir.12 Mart Darbe Süreci ve AKP döneminde yaşanan Paralellikleri yüce Türk Milletinin dikkatine sunuyorum. Çıkış yolunu Türk Milleti Demokratik bilinciyle mücadele ederek gerçekleşecektir.”
Bundan 43 yıl önce 12 Mart 1971’de ne olmuştu?
Tam 43 yıl önce 12 Mart 1971’de Cunta darbesi yaşanmıştı. Cunta tarihe 12 Eylül askeri darbesi olarak geçen kanlı sürecin kapısını açmıştı. 1970’li yıllar milletin ekonomik sıkıntı çekilen ve gençler arasında kanlı çatışmaların yaşandığı yıllar olarak tarihe geçti. 
MAKSAT: 
MİLLİ SİYASİ GÜÇLERİ BASTIRMAK!..
12 Mart 1971’de şartları önceden hazırlanmış bir ASKERİ MÜDAHALE yapıldı. Müdahalenin amacı Türkiye’de yükselmekte olan MİLLİ SİYASİ güçleri bastırmaktı.
Bunun için 9 Mart’a hazırlık yapan sol tandanslı darbe senaryosu bahane edildi.Ancak meclis içinde oluşan bilinçli DEMOKRATİK DİRENİŞ ,12 Mart rejimini iki yılda çökertti..
12 Mart rejimi bu süreçte üç önemli karşı duruşuyla etkisizleştirildi.
1-TBMM ‘de bulunan DEMOKRATİK PARTİ gurup başkanvekili HASAN KORKMAZCAN muhtıracıların meşru olmadıklarını açıklayarak o tarihte Türkiye’yi sarsmıştı.
2-)Demokratik parti gurubunun muhalefeti cuntacıların istedikleri Anayasayı yapamamalarını sağladı. Bu süreç kısa sürede NİHAT ERİM hükümetinin istifasına yol açtı.
3-)Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde cuntanın adayının B planı olarak mevcut Cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılması talebinin reddi 12 MART Cunta rejiminin sonu oldu.
Bu gelişmelerden sonra Türkiye’yi dönüştürmek isteyen güçler 12 EYLÜL 1980 darbesine kadar beklemek zorunda kaldı.
12 Eylül darbesiyle başlatılan milli devlete ve milli ekonomiye saldırı projesi günümüzde son oyunlarını sergilemektedir.
Bu kuşatmadan Milletin kendisi, demokratik bilince sahip milli güçlerin atılımıyla çıkacaktır.(PHA)

24 Nisan 2015 Cuma

HASAN KORKMAZCAN; AYRINTILI HAYAT HİKÂYESİ (ÖZGEÇMİŞ)

HASAN
KORKMAZCAN’IN ÖZGEÇMİŞİ
01.05.1941 tarihinde Tavas Aydoğdu Köyü’nde doğdu.
EĞİTİM
1953 yılında Aydoğdu Köyü İlkokulu’nu, 1960 yılında Isparta İmam Hatip Okulu’nu, 1962 yılında Denizli Lisesi’ni bitirdi. Şubat 1967’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukatlık stajını İstanbul Barosu’nda tamamladı.
GAZETECİLİK
1956-1962 Demokrat, Isparta, Mücadele, Yeni İnkılap gazetelerinde köşe yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğünde bulundu. 1964-1969 yıllarında İstanbul’da Sabah Gazetesi haber müdürlüğü, Mavi Kırlangıç eğitim gazetesinde genel yayın müdürlüğü yaptı. 1979’da Zaman Gazetesi kurucuları arasında yer aldı. 1986-1991, 2002-2012 yıllarında Parlamento Dergisi’nin sahipliğini üstlendi.
AVUKATLIK VE KAMU
1968-1986 yıllarında İstanbul Barosu’na, 1986-1991 arasında Ankara Barosu’nda kayıtlı olarak serbest avukatlık yaptı. 1983-1988 Sümerbank Başhukuk Müşavirliği, Mannesman- Sümerbank A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği, Süti, Köyteks, Sümertaş ve Tofaş A.Ş. Yönetim Kurulu ve Murahhas üyeliklerinde bulundu.
SANAYİ VE İŞ HAYATI
1977-1991 yılları arasında Puro, Taciroğlu Holding, Yarın Yayıncılık, Fono Müzik A.Ş., Astay Holding, Opet  ve Ortay A.Ş. gibi özel kesim kuruluşlarında Yönetim Kurulu Başkanlığı, Üyeliği ve Murahhas Üyelik görevi yaptı.
SENDİKA YÖNETİCİLİĞİ
1983-1987 yıllarında Sümerbank İşveren Sendikası ve Kamu- İş İşveren Sendikasında kurucu yönetim kurulu üyeliğine seçildi.
ÇEVRE, KÜLTÜR-SANAT
1957-1960 yıllarında Isparta’da Orta Öğretim Gençliği Ağaçlandırma Teşkilatı (OGAT) kurucu ve genel başkanı, 1960-1962 yıllarında Tokat- Reşadiye’de Bereketli Ağaçlandırma ve Güzelleştirme Derneği Başkanı olarak çevrecilik, sanat ve kültür çalışmaları organize etti.  Bereketli’de bölge kütüphanesi, çocuk korosu, köy tiyatrosu ve köy ormanı kurdu.
GENÇLİK KURULUŞLARI
1962-1965 yıllarında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı ve Yüksek Öğrenim Gençliği Kıbrıs Mücadele Komitesi Başkanlığı görevlerine seç ildi.
SİYASET, PARLAMENTO VE DEVLET HİZMETİ
1969’da AP Denizli Milletvekili seçildi. 26 Haziran 1970’de AP’den ihraç edildi. Aralık 1970’de Demokratik Parti Kurucuları arasında yer aldı ve DP’nin ilk TBMM Grup Başkanvekili seçildi. 1973 seçimlerinde tekrar Denizli Milletvekili seçildi. 1977 seçimlerine kadar DP TBMM Grup Başkanvekilliği görevini  sürdürdü. 1977’de DP Genel Başkan Yardımcısı seçildi ve bu görevi DP’nin kapanışına kadar sürdürdü.
1971-1972 yıllarında Partilerarası Anayasa Komisyonu Başkanlığı yaptı.
1983 yılında Denizli’den Bağımsız Milletvekili Adayı oldu. MBK tarafından veto edildi.
1991 seçimlerinde ANAP’tan Denizli Milletvekili seçildi ve bu dönemde ANAP TBMM Grup Başkanvekilliği görevini yürüttü. 1995 seçimlerinde tekrar ANAP Denizli Milletvekili olarak TBMM’ye seçildi ve 20. Dönem süresince TBMM Başkanvekili, TBMM Kültür Sanat Yayın Kurulu Başkanı ve Partilerarası Uyum Komisyonu Başkanı olarak görev yaptı. Bu dönemde kanunlar gereği TBMM Başkanı ve Cumhurbaşkanı Vekili görevlerini de üstlendi.
ASKERLİK GÖREVİ
Askerlik görevini 1960-1962’de Tokat-Reşadiye Bereketli İlkokulu’nda ve Amasya Tugayında Yedek Subay Öğretmen-Teğmen olarak tamamladı.
PARLAMENTER KURULUŞLARI VE DIŞ GÖREVLER
1987’de Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanlığı’na seçildi. 1992 yılına kadar bu görevi sürdürdü. Daha sonra TPB görevini yönetim kuruluna seçilerek devam ettirdi. 2002 yılında tekrar TPB Genel Başkanı seçilen Korkmazcan Haziran 2012 tarihine kadar aralıksız olarak dört dönem daha bu göreve seçildi. 1988-2012 yılları arasında başlangıçta “Beşli Grup” daha sonra “Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Ülkeleri Eski Parlamenterleri Birliği” adını alan Uluslararası Parlamenterler Örgütü’nün kurucuları arasına katıldı ve 2013’e kadar Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. Korkmazcan 1991-1995 yılları arasında Parlamentolararası Birlik (Dünya Parlamentosu) Türk Delegasyonu üyesi olarak görev yaptı. Ayrıca iki dönem KEİPA ve Akdeniz Ülkeleri Parlamenterler Asamblesi’nde TBMM Heyet Başkanı olarak görev yaptı.
2007 yılında kurulan Uluslararası Parlamenterler Platformu’ nun (Türk ve İslam Dünyası Parlamenterlerinin sivil kuruluşu) Kurucu Başkanı olan Korkmazcan halen TPB Onursal Genel Başkanı ve Başkentliler Platformu Kurucular Kurulu Başkanı’dır.
AİLEVİ DURUMU
Korkmazcan, Refika Güldoğan Korkmazcan ile evlidir. İki kızı (Av. Selva Işık, Dr. Selcen Korkmazcan) ve iki torunu (Yağmur Işık, Yasemin Işık) vardır.

10 Nisan 2015 Cuma

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Korkmazcan AKP'ye üye yapılmış

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Korkmazcan AKP'ye üye yapılmış
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Korkmazcan, AKP’ye (bilgisi ve müsaadesi dışında, gıyaben, yasa, hukuk ve ahlâk dışı olarak) habersizce üye yapıldığını açıkladı.
Hasan Korkmazcan, "Bugün sizlere AKP güç algısını hangi yöntemlerle yaşatıldığının tipik bir örneğini sunacağım. AKP en güçlü ve büyük parti olmakla övünür. AKP’nin üye kayıtlarında bile her alandaki istatistik cambazlığına başvurduğunu bizzat tespit ettim. Zorunlu bir formaliteyi yerine getirirken hiçbir bilgim olmadığı halde AKP’ye üye kaydedilmiş olduğumu öğrendim. 1999 yılından beri oturduğum Gölbaşı’nda komşularımla her fırsatta görüşüp konuşmaktan mutluluk duyarım. Ama AKP binasını hiç ziyaret etmediğimi ve üyelik başvurusunda bulunmadığımı biliyorum.
BİLGİ İSTEMİ VE İTİRAZ
Yasal haklarım saklı kalmak üzere, şimdi aracılığınızla AKP Genel Başkanı'ndan bilgi istiyorum. Bu sahte kayıt işlemini kimler tarafından yaptırmıştır? Siyasi haklara açıkca saldırı olan bu skandalın sorumluları için ne işlem yapacaksınız? Milyonlarca üyeniz olduğunu ilan ederek oluşturmak istediğiniz güç algısındaki diğer sahtecilikleri ne zaman sonlandıracaksınız.’’ dedi. (27.02.2015)

7 Temmuz 2014 Pazartesi

III. ULUSLARARASI “TÜRK DÜNYASI BİLİM KÜLTÜR ŞÖLENİ”

III. ULUSLARARASI “TÜRK DÜNYASI BİLİM KÜLTÜR ŞÖLENİ”, 14 – 15 EYLÜL 2013, AFYONKARAHİSAR
A. DAVET
"Türk Dünyası Şöleni'ne herkesi bekliyoruz" 
Türk Dünyası, geleneksel "Türk Dünyası Bilim Kültür Şöleni" etkinlikleriyle yine Afyon'da buluşuyor.
Hasan Korkmazcan (Türk Parlâmenterler Birliği Onursal Başkanı ve 14.15.19.20. Dönem Denizli Milletvekili), Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Prof. Dr. Sevgi Kafalı, Pof. Dr. Hanım Halilova (Ebulfeyz Elçibey'in Danışmanı), Julıia David (Ressam-Macaristan), Issak Balazs (Sekel Konsey Başkanı), Csiki Sandor (Sekel Konsey Başkanı), Işık Ahmet (Dostluk, Eşitlik, Barış Partisi Onursal Bşk.), Özcan Pehlivanoğlu (Rumeli Balkan Türkleri Federasyonu Başkanı), İsmail Cengiz (Doğu Türkistan'ın Sürgündeki Başbakanı), Abdullah Buksur (Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği kurucu Başkanı, İHAF genel sekreteri), Arif Bütüç (Kosova – Mamuşa Belediye Başkanı), Mahmut Kasapoğlu (Irak Türkmenleri Kültür ve Yardımlaşma Der. Ankara Şube Başkanı), Güllü Karanfil (Gagavuz Türkü), Abdülhaluk Çay (Dış Türklerden Sorumlu Eski Devlet Bakanı), Prof. Dr. İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Genel Müdürü ), Sadi Somuncuoğlu (Eski Devlet Bakanı), Aykut Edibali (Şeyh Edabali'nin torunu – Millet Partisi Genel Başkanı), Prof. Dr. Batur Norboy (Kazakistan Özbek Üniversitesi Pedagoji Bölümü eski Dekanı ) ve Dr. Hüseyin GÜLER (Eski Mersin Milletvekili) katılacaktır. 
Panelde bilim ve sanat insanları Türk Dünyası'nın dünü ve bugünü konusundaki görüş ve düşüncelerini anlatan konuşmalar yapacaklar. Bu önemli bilim ve sanat insanlarının katılacağı panelimize tüm hemşerilerimizi bekliyoruz" şeklinde değerlendirmede bulundu.
Etkinliğe katılım ve katkıda bulunmak isteyen herkesi beklediklerini ifade eden Altıntaş, "Şölenimizin düzenleneceği Pazar günü sabah saatlerinden itibaren Anıt Park önünden şölen alanına servisler kaldırılacaktır. Ayrıca ilimizde bulunan sivil toplum kuruluşlarından da destek bekliyoruz. Bu önemli etkinlik ilimize ve Türk Dünyası'na hayırlı olsun" dedi.
10 Eylül 2013, Salı
*
B. HABER
Afyonkarahisar'da Türk Dünyası Bilim Kültür Şöleni
Afyonkarahisar'da bu yıl 3'ncüsü düzenlenen Türk Dünyası Bilim Kültür Şöleni, 6 Türk Cumhuriyeti ve 41 kentten Yörük, Türkmen ve Türk boyları temsilcilerinin katılımıyla yapıldı.
Afyonkarahisar'da bu yıl 3'ncüsü düzenlenen Türk Dünyası Bilim Kültür Şöleni, 6 Türk Cumhuriyeti ve 41 kentten Yörük, Türkmen ve Türk boyları temsilcilerinin katılımıyla yapıldı. Farklı kültürlerin birbirinden güzel renklerinin bir araya geldiği şölende sergilenen halk oyunları gösterileri beğenildi.
Afyonkarahisar 26 Ağustos Tabiat Parkı'nda gerçekleştirilen şölene yüzlerce kişi atıldı. Afyonkarahisar Oğuzboyu Yörükler Türkmenler Derneği organizasyonunda yapılan şölene: Kırım, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kerkük gibi bölgelerden halk oyunları ekipleri ve sanatçılar katıldı. Misafirlerin kurulan geleneksel kıl çadırlarında ağırlandığı şölende genç, yaşlı ve kadın, erkek bütün katılımcılar çalınan müzikler eşliğinde kendi yörelerine ve kültürlerine ait oyunları oynayarak gönüllerince eğlendi.
Şölenle ilgili bir açıklama yapan Afyonkarahisar Oğuzboyu Yörükler Türkmenler Derneği Başkanı Şakir Altıntaş, şöleni yapmalarında amacın, Türk tarihinde en az Çanakkale kadar önemli bir yere sahip olan Afyonkarahisar'ın tanıtımına destek sağlamak olduğunu kaydetti.
Altıntaş, Afyon'un Cumhuriyet'in kazanıldığı topraklar olduğunu belirterek şöyle konuştu: "Bu yüzden Türk Dünyası Bilim ve Kültür Şölenini burada kutlamaya karar verdik. Bunu yurt dışındaki Türk Cumhuriyetlerine de söyledik, onlarda olumlu karşıladılar ve bu şöleni böylece düzenlemiş olduk. Şuan burada 6 Türk Cumhuriyeti'nin sanatçısı ve halk oyunları ekipleri var. Türkiye'den de 41 kentten katılım var."
Gerçekleştirilen şölenin bir gün süreceği ve bugün akşam saatlerinde sona ereceği kaydedildi. Şenliğe ayrıca Millet Partisi Genel Başkanı Aykut Edibali de katıldı. – 15 Eylül 2013,
AFYONKARAHİSAR
*
C. SONUÇ BİLDİRİSİ
Türk’e ihanet eden bedelini ödeyecek!
Afyonkarahisar’da çok sayıda vatansever aydının katılımıyla düzenlenen Türk Dünyası Kurultayı’nın sonuç bildirgesinde, “Türkiye Cumhuriyeti’ne savaş kaybetmiş bir devlet, Türk milletine de kayıtsız şartsız teslim olmuş bir millet muamelesi yapılamaz. Bu z
Türk Dünyası Kurultayı’nın Afyonkarahisar’da gerçekleştirdiği iki günlük toplantının ardından hazırlanan sonuç bildirgesinde, “Türkiye Cumhuriyeti’ne savaş kaybetmiş bir devlet, Türk Milleti’ne kayıtsız şartsız teslim olmuş bir millet muamelesi yapılamaz. Bu zihniyette olanlara ihanetlerinin bedeli mutlaka ödettirilecektir” denildi.
Bildirgede şu hususlara dikkat çekildi:
Çıkarcı cepheler
* “Türk Dünyası geçen yüzyılda insanlık dramları arasında iki mutluluğu da yaşamıştır. Birincisi, 1920’lerde bütün mazlum dünyaya bağımsızlık ateşi yakan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başkomutanlığındaki Büyük Zafer’dir. İkincisi, 1990’larda Batı Türkistan Türkleri’nin bağımsızlıklarına kavuşarak yeniden tarih sahnesine çıkmasıdır. BöyleceTürkler, binlerce yıldır anıtlar, yazıtlar ve şaheserlerle üç okyanus arasında yazdıkları destanlara ve yüksek medeniyete yenilerini eklemek sorumluluğunu tekrar yüklenmiştir. Türk Dünyası değerler dünyasıdır. Yaşadıklarını ve yaptıklarını değerlere dayalı olarak yaşayan ve yapanların adıdır Türk Milleti. Günümüzde sömürgeci açgözlülüğünün çıkarcı cephesi ile değerlere dayalı insanlığın mücadelesi, dünyanın ve insanlığın geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Bu mücadelede Türk Dünyası’nın safı bellidir. Yalnız gurur duyulacak işler yapmaya adanmış ve tarih boyunca yaptıklarıyla insanlık onurunu yükseltmiş bir milletin mensupları, bağlandıkları değerleri ve fazilet kurallarını kurumlaştırarak gelecek yolculuğuna devam edecektir. Bu küresel yolculuğun son haritası iki büyük Türk tarafından çizilmiştir: Gaspıralı İsmail ve Atatürk: “Dilde, fikirde, işte birlik” ve “Yurtta sulh, cihanda sulh.”
Bütünlüğümüze saldırı
* Türkiye Cumhuriyeti ikinci dünya savaşından sonra dünya Türklüğüne yapılan saldırıların hedefi olmuştur. Önce EOKA ile Kıbrıs Türklüğü, ASALA ile Türk temsilcilikleri, son olarak PKK ile ülke ve millet bütünlüğümüz saldırıya uğramıştır. Sömürgeciliğin kirli emellerine maşa olan bu insanlık dışı terör çeteleri günümüzde de Türk Milleti’nin insanlığa sunduğu değerlere saldırılarını sürdürmektedir. Sömürgeciler ve uzantıları zaman zaman yılgınlığa düşmüş, ihanet bağımlısı yapılmış, aidiyet krizine tutulmuş kişi ve kurumların işbirliğinden yararlanmaktadır. Bunların oluşturduğu koalisyonlar Türk Dünyası’na ve Türkiye Cumhuriyeti’ne de kayıplar verdirmektedir. Kurultayımız açıkça ilan etmektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını, Türkiye Cumhuriyeti anayasasını ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli-üniter yapısını bozacak her türlü uygulama yok hükmündedir. Türk Milleti hukuk dışı yollarla yürütülen süreçlerin hesabını sormaya, kayıpları tazmin ettirmeye ve sorumluların ihanetini ödetmeye her zaman muktedir olmuştur ve gelecekte de olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ne savaş kaybetmiş bir devlet, Türk Milleti’ne kayıtsız şartsız teslim olmuş bir millet muamelesi yapılamaz. Bu zihniyette olanlara ihanetlerinin bedeli mutlaka ödettirilecektir.
* Kurultayımız çalışmalarını bir program dahilinde bütün Türk Dünyası’nda, İslam aleminde ve insanlık değerlerine bağlı bütün halklar arasında kurumlaşarak sürdürecektir.
* Türk Dünyası’nda mevcut olan tarihi eserlerden 35 bin kadarının yok edildiği dikkate alınarak kalanlarının korunmasına büyük bir hassasiyet gösterilmelidir. Yine soydaşlarımızın manevi kültürlerini güçlendirecek ve yaşatacak politikalara önem verilmelidir.
* Türk Dünyası davasının sürdürülmesinin Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün güçlendirilmesine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple Türk milli varlığına yönelik ırkçı ve bölücü tehdit ve tehlikelere karşı kesin sonuç alıcı tedbirlere acilen başvurulmalıdır.
* Bu hedefleri gerçekleştirebilmek için Türk Dünyası’nın birlik ve bütünlük içinde bulunmasına hayati derecede ihtiyaç olduğuna inanmaktayız. Bu inancı taşıyanların büyük bir sorumlulukla karşı karşıya oldukları açıktır. Gelecek kurultaya bu temel amaca göre belli bölgeler ve belli sektörler için önerilen ekli hususlarda teknik raporların hazırlanarak gelinmesi uygun bulunmuştur.
Panele kimler katıldı?
Oğuz Boyu Yörükler ve Türkmenler Derneği, Türk dünyasının önde gelen isimlerini bir araya getirdi.
Afyonkarahisar’da gerçekleştirilen geleneksel “Türk Dünyası Bilim Kültür Şöleni” etkinliklerine şu isimler katıldı: Hasan Korkmazcan (Türk Parlâmenterler Birliği Onursal Başkanı ve 14.15.19.20. Dönem Denizli Milletvekili), Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Sevgi Kafalı, Pof. Dr. Hanım Halilova (Ebulfeyz Elçibey’in Danışmanı), Julıia David (Ressam-Macaristan), Issak Balazs (Sekel Konsey Başkanı), Csiki Sandor (Sekel Konsey Başkanı), Işık Ahmet (Dostluk, Eşitlik, Barış Partisi Onursal Bşk.), Özcan Pehlivanoğlu (Rumeli Balkan Türkleri Federasyonu Başkanı), İsmail Cengiz (Doğu Türkistan’nın Sürgündeki Başbakanı), Abdullah Buksur (Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği kurucu Başkanı, İHAF genel sekreteri), Arif Bütüç (Kosova -Mamuşa Belediye Başkanı), Mahmut Kasapoğlu (Irak Türkmenleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Ankara Şube Başkanı), Güllü Karanfil (Gagavuz Türkü), Abdülhaluk Çay (Dış Türklerden Sorumlu Eski Devlet Bakanı), Prof. Dr. İlber Ortaylı (Tarihçi ), Sadi Somuncuoğlu (Eski Devlet Bakanı), Dr. Hüseyin GÜLER (Eski Mersin Milletvekili), Aykut Edibali (Şeyh Edabali’nin torunu - Millet Partisi Genel Başkanı), Prof. Dr. Batur Norboy (Kazakistan Özbek Üniversitesi Pedagoji Bölümü eski Dekanı). 16 Eylül 2013 - YeniÇağ,
*
BİR HATIRLATMA!..
Hasan Korkmazcan'ın 
Kırıkkale konuşmasının tam metni (*)
Başkent Ankara Meclisi'nin Kırıkkale'de düzenlediği toplantıda bir konuşma yapan Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı-Başkent Ankara Meclisi Kurucular Kurulu Üyesi Hasan Korkmazcan hem kuruluşla ilgili bilgi verdi, hem de günün gündemini değerlendirdi. Korkmazcan'ın konuşmasının tam metnini sunuyoruz. 
Bugün Ankara ve Kırıkkale buluşması aslında bir ayrılığın giderilmesi amacını taşımamaktır. Kırıkkale Ankara bizim gönlümüzde her zaman bir bütündür. Başkent Ankara düşüncesi, felsefesi, değerleri neleri ihtiva ediyorsa bu Kırıkkale için de mevcuttur.
Ben hayatımın 44 yılını Ankara'da geçirdim. Seçim bölgem Denizli'den daha çok Ankara'da bulundum ama aynı zamanda Kırıkkaleliyim. Çünkü Kırıkkale'de hemen hemen gitmediğim kasaba, faaliyetlerine katılmadığım belde yoktur.
1976 yılında benim düğünüme Kırıkkale'den bir folklor ekibi katılmıştı Erdoğan Çatalok'un organizasyonuyla. Yani Denizli'den zeybek ekipleri vardı ama Kırıkkaleli seymenler de vardı. Onun için her birimiz biraz hafızamızı zorlarsak herkesin Ankara Kırıkkale birlikteliğiyle ilgili hatıraları mevcuttur.
ANKARA, TÜRKİYE VE TÜRK DÜNYASI
Türkiye'ye dışarıdan bakınca, dünyadan bakınca Ankara neyi ifade ediyor o konudaki gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
1970 yılında Vietnam'a gitmiştik bir parlamento heyeti olarak. Vietnam'da o zaman iç savaş vardı. Bir vilayette bizi misafir ettiler. Tabi iç savaş dolayısıyla kaldığımız otelin etrafında bizleri korumak üzere tanklar vardı. Orada bir generalle tanışmıştık. O General Ankara'nın önemini özellikle Kurtuluş Savaşı'nda Fransa'ya karşı verdikleri mücadelenin kendi mücadeleleri için verdiği ilhamı gece boyunca bize anlattı.
Jöntürkler'den itibaren Osmanlı döneminin emperyalizmle mücadelesini ve Atatürk'ün öncülüğünde yapılmış olan Kuvay-i Milliye ve Milli Mücadele hareketini teferruatıyla bilen bir generale biz Asya'nın en uzak yerinde rastlamıştık. Bir başka tesadüf 1975 yılında Londra'da otelde gece nöbeti tutan bir delikanlıyla sohbet ediyordum.
Bana soyadının Ankara olduğunu söyledi. Bu çocuk Taylandlı, İngiltere'de tahsil yapıyor ve aynı zamanda çalışıyor. Şaşırdım, inanmadığımı görünce nüfus kağıdını çıkarttı. Dedesinin Fransızlarla mücadele eden bir direnişçi olduğunu, Mustafa Kemal'in yaptığı mücadelede hep Ankara ordularının zafer haberleri çıkarken soyadını Ankara olarak aldığını söyledi.
ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARININ BAŞKENTİ
Demek ki Ankara sadece Türkiye'nin başkenti değil özgürlük savaşçısı bütün insanların başkentidir.
Ankara aynı zamanda yabancı güçlere boyun eğmeyen, yabancı güçlerle mücadeleyi insanlık onuru sayan bütün insanların başkenti ve sembolüdür.
Filistin eski devlet başkanı Yaser Arafat da bir vatan toprağına sahip olabilme mücadelesinde Ankara'dan ilham aldıklarını ifade etmişti.
Son zamanlarda birtakım tartışmalar yapılıyor.
Ankara'nın başkentliğini tartışmaya kalkışanlar var, Türk bayrağını tartışmaya kalkışanlar var, Türk milleti kavramını tartışmaya kalkışanlar var. Bu kavramların tartışılması bir fikir özgürlüğüyle ilgili değildir. Bu kavramları tartışabilmek için Türkiye'nin bir savaşa girip ve bu savaşta mağlup kayıtsız şartsız teslim olması lazım.
Türkiye böyle bir durum içinde değil. Kayıtsız şartsız teslim olduğu dönemlerde dahi bu kavramları tartıştırmamış biz toplumuz biz.
Dünyada İkinci Dünya Savaşı yapıldı. Üç ülke kayıtsız şartsız teslim oldu: Almanya, İtalya, Japonya. Bu ülkelerin işgal güçleri komutanları tarafından yazılmış olan anayasalarına bakın. O anayasalarda ne Alman milleti tartışılmıştır ne Japon milleti ne de İtalyan milleti. Aslında bir devletin, bir milletin, bir halkın 76 milyonluk toplum biz tarihimizden memnun değiliz değiştirmek istiyoruz deseler bile bunu yapmaya yetkileri yoktur.
Tarihi gerçeklerden kopuk bir siyasal düzenleme yapılamaz.
Tarih “1000 yıldan beri bu topraklarda Türk milleti egemendir” diyor.
Dünyadaki bütün kütüphanelere bakılsın Selçuklu, Osmanlı, cumhuriyet olarak birbirine eklenmiş olan devlet Türk Devleti'dir. Burada yaşayan insanların adına da siyasi olarak, hukuki olarak Türk Milleti denilir. Türk milleti şemsiyesini bayrağımızla simgelenen bu şemsiyeyi bu topraklardan kaldırırsak altından Bizans çıkar. Hiç başka bir şey çıkmaz. Ne Türkmen ne Oğuz ne Kayı boyu ne Kürt ne Çerkez hiç biri çıkmaz Bizans çıkar. Çünkü burada Bizans egemenliği vardı. O egemenliği Alparslan aldı.
ALPARSLAN VE DİYOJEN
Alparslan'ın yakaladığı, temsil ettiği milli şuur insanlık yüceliği dünyanın bugünkü süper güçlerinde var mı? Alparslan 1071'de Malazgirt'te Diyojen'i adeta yalvarırcasına savaştan caydırmak istedi ama Diyojen çarpışma konusunda ısrar etti. Çarpışmanın sonunda Diyojen mağlup oldu ve esir düştü. Alparslan Diyojen'in hayatına kıymadı, köle yapabilirdi yapmadı, bir yerlere kapatabilirdi onu da yapmadı ve serbest bıraktı.
Böyle bir devlet şimdi dünyada var mı?
Herhangi bir zavallı adamı yakalıyorlar. Yıllarca kovalıyorlar. Ondan sonra cenaze töreni bile yaptırmadan denize atıyorlar. Kim olursa olsun hangi suçu işlemiş olursa olsun bir insanın ölüsüne eza cefa yapılmaz.
Bunu demokrasi, insan hakları savunucusu milletler yapıyor.
Buna ses çıkarmayanların hepsini de suç ortağı yapıyorlar.
Bize gelecek sene 1915 yılını soykırım diye sormaya kalkacaklar.
Beş milyon Rumeli'de kırılmış Müslüman daha yüz yıl olmadı onların hesabını verdikleri gündeme getirdikleri yok. Olmamış bir şeyi zorla Türkiye'ye kabul ettirmek istiyorlar. Soykırım yapan bir millet Alparslan'ın insanlık değerleriyle hala övünür mü? Bizim milletimize ırkçılık yapıyor demek bir iftiradır.
Bazı kişiler batıdan aşılanmış bir virüsle Hitler ırkçılığına benzer şekilde insanların soyunu, kökenini tartışma konusu yapıyorlar. Bunlar bizim milli kültürümüz içinde yok. Biz insanları sadece ülkeye hizmetleri oranında kamu alanında değerlendiririz. Onun ötesinde ayrım yapmayız.
TARİHİMİZ İFTİHARLARLA DOLUDUR
Ülkeye hizmet edebilecek kişileri de bir tarafta Bosna-Hersek'ten bir tarafta Cezayir'den bir tarafta Horasan'dan toplar getiririz. Onlara aynı dava uğrunda dünyaya medeniyet örneği olarak gösterir istihdam ederiz. Tarihimiz iftiharlarla doludur.
Bizim 32 bin tarihi eserimizi, kültür eserimizi son 150 yıl içinde ortadan kaldırdılar. Bunların dört biri Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan ve Sırbistan'da…
Şu an içinde bulunduğumuz polis evinden çok daha büyük külliyelerimiz sadece Osmanlı eseri diye ortadan kaldırıldı. Biz de böyle bir şey yok. Ben geçen hafta Aydın, Denizli, Muğla illerinde dolaştım. Oralarda dedelerimizin bekçiliğini yaptığı Roma eserleri, Afrodisias'a gittik Alman mimarlar vardı onlar gezdiler gördüler. Biz çocukluğumuzda o eserlerin etrafında kuzu otlatırdık. Hala ayakta duruyor. Türkiye'de bir şey yıkılmışsa yani Osmanlı'nın hâkim olduğu coğrafyada bir şey yıkılmışsa hayat şartları dolayısıyla, depremler dolayısıyla olmuştur. Maddi ve manevi ne kadar değer varsa biz onların hepsini sahiplendik, hepsini bünyemizde yaşatıyoruz ve yaşatmaya devam edeceğiz.
(*) KIRIKKALE: 10 Nisan 2013

22 Mayıs 2014 Perşembe

Menderes gerçeği; Hasan KORKMAZCAN, 20. Dönem Milletvekili

Hasan KORKMAZCAN
20. Dönem 
Denizli
Milletvekili

Menderes gerçeği

Celal Bayar (1963) “Menderes Türk dünyasının Hz. Hüseyin’idir.” 
Adnan Menderes sadece yaşadığı dönemde değil, aramızdan ayrıldığı acılı günden sonra da, üzerinde milletimizin ilgisinin odaklandığı bir şahsiyettir. Menderes gerçeği, Türk tarihinde az görülen bir süreç olarak yaşanmaktadır.
Son yıllarda Menderes’e ilgi, siyaset, bilim ve gençlik çevrelerinde derinlemesine bir mahiyet kazanmakta ve kurumsal bir yoğunlaşmaya dönüşmektedir. Ben bu gelişmeleri iki bakımdan önemli buluyorum: Birincisi, bu vesileyle milletimiz tüm katmanlarıyla bir şehidine olan minnet borcunu ödeme gayreti içine girmiş, büyük bir milli utancın yasını tutma ve bundan kurtulma bilincine kapı aralamıştır.İkincisi, bilimsel metotlarla akademik çevrelerin yürüttüğü araştırmalar Adnan Menderes’in adı etrafında oluşturulan önyargıları büyük ölçüde yıkmıştır.
Bugün genç kuşaklar, Menderes gerçeğini ve milletimizin yaşadığı bir dönemin tarihimizdeki esas mahiyetini doğru biçimde kavrayabilecek imkânlara kavuşmuşlardır. Başta Adnan Menderes Üniversitesi olmak üzere elliye yakın üniversitemizin yüzlerde akademisyenimizin ve onlara bilim talepleriyle şevk veren binlerce aydın öğrencimizin çabaları Türk milletinin tarih bilincinde taktirle yerini almıştır. Siyaset adamları yaşadıkları dönemin imkân ve şartlarıyla yaptıkları hizmetlerin karşılaştırılması yoluyla değerlendirilir. Objektif sonuçlara ancak duygulardan ve önyargılardan arındırılmış bilimsel bakış açılarıyla ulaşılabilir. Adnan Menderes Üniversitesi’nin düzenlediği “Türk Tarihinde Adnan Menderes” sempozyumu çevresindeki araştırmalar ve yayınlar akademik dünyamızda bilimsel kalitesi yüksek bir çaba olmuştur. Geçmişte bilinen sebeplerle Adnan Menderes hakkında değişik siyasi kampların birbirine zıt önyargıları olmuştur. Günümüzde Menderes artık milletimizin gönlündeki “Şehit Devlet Adamı” mertebesine bir kere daha bilimin objektif kriterleriyle yerleşmiştir. Demokrat Parti iktidarı dış politika uygulamalarıyla eleştirildi. Bugün biliyoruz ki bölünmüş ve soğuk savaş ortamına girmiş bir dünyada milli çıkarlarımız en iyi şekilde korunmuş ve önemli başarılar sağlanmıştır. En önemli milli davamız Kıbrıs Sorunu, savaşa yol açmadan Türk Sancağının ve Türk Ordusunun egemen Kıbrıs Türk varlığı ile kucaklaşmasıyla sonuçlanmıştır. D.P. döneminde tarım, sanayi, ticaret, enerji, ulaşım ve özellikle girişimci insan kaynaklarının oluşturulması konularında Türkiye kabuk değiştirmiştir. D.P. iktidarı laik devlet düzeninin demokratik sistem içinde sürdürülebileceğini kanıtlamıştır.
Adnan Menderes öğrencilik yıllarında Celal Bayar’la tanışmasına vesile olan sinsi ve yıkıcı misyonerlik faaliyetleriyle mücadelesinde görüldüğü gibi bir Türk Milliyetçisi olarak yetişmiştir. İstiklal Madalyası sahibi bir Kuvay-ı Milliye kahramanıdır. Şehitlik makamına ulaşıncaya kadar milli bilincin ölçülerinden hiç kopmamıştır. Menderes insanlık tarihinin milletler arası çatışmaların, uzlaşmaların ve yarışmaların eseri olduğunu biliyordu. Tarihteki Türk Milleti’nin seçkin konumunun gururunu yüreğinde taşıyordu. En büyük iftiharı bu milletin bir ferdi olarak doğmaktı. Başbakan olduğu devletin tarih boyunca Türk Milleti’nin egemenlik ve bağımsızlık bilinciyle yaşattığı devletlerin devamı olduğunu biliyordu. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden devraldığımız siyasi mirasın farkındaydı. Menderes, Fatih’in Anadolu’da Oğuz Boyları arasındaki birliği sağlamış olmasının İstanbul’u fethetmesi kadar önemli olduğunu tespit ve ifade etmişti. Menderes’in her icraatında Türk Devleti’nin ezelden gelip ebediyete gittiği inancıyla kazandığı güç ve tevekkül vardır. Bunları genç bir öğrenci olarak Menderes’in çok sayıda toplantıda, temel atma ve açılış törenlerinde, mitinglerde yaptığı konuşmaları elindeki kurşun kalemle not etmiş bir tanık olarak ifade ediyorum.
Kovada Barajına giderken Eğirdir’de verilen molada Fidanlık Müdürlüğünün salonundaydık. Uzunca bir masa hazırlanmış, üzerine tabak tabak elmalar yerleştirilmişti. Masanın boşluklarına da herhalde mevsim dolayısıyla çiçek bulunmadığı için çam dalları serpiştirilmişti. Ancak yeteri kadar sandalye yoktu, birçoğumuzun ayakta kalması gerekecekti. Menderes bu manzarayı görünce hazırlanan koltuğa oturmadı. Tebessüm ederek masadan bir elma aldı ve duvara doğru çekildi. Anlatacaklarını sırtını duvara dayamış vaziyette ayakta anlattı.
Menderes hep icraatının hesabını veriyordu. Ne uzak geçmişin tartışmaları, ne uzak geleceğin hayalleri Menderes’in gündemindeydi. Miting ve toplantılar, salon ve meydanlardaki halka hesap vermenin ve onlardan onay almanın vesilesiydi. Bu toplantıların şov için harcandığını görmedim. Menderes2in katıldığı mitinglerde önce yerel görevliler, gündemdeki konulara göre ilgili bakanlar konuşmalarını yapar sonra Başbakan vereceği mesajları kalabalıklara aktarırdı. Tek partili sistemden kalma bir anayasa ile ve siyasi partiler kanunu gibi bir düzenlemenin bulunmadığı, demokrasimizin emekleme döneminde benim tanık olduğum siyasi manzaralar bunlardır. Menderes’e diktatörlük ve dikta hevesi yakıştırmaları da yapılmıştı. Hâlbuki o halkın arasında sade bir vatandaş gibi şatafatsız dolaşmayı, tevazu abidesi kişiliği gibi doğal, bir eylem sayıyordu. O kadar ki; başbakanlığının son ayında aleyhinde gösteri yapan kışkırtılmış muhaliflerin arasına bile korumasız dalmıştı. Dikta heveslilerin yolsuzlukla biriktirdikleri servetleri olur, icabında kaçabilecekleri yedek ülkeleri olur, sırtlarını dayadıkları ve işbirliği yaparak hizmet sundukları dış güçler olur. O servetler, o efendiler dar günde hastane yatağı ve mezar yeri dahi vermezler ama diktatörlerin kendi milletlerinin çıkarları dışında paralel çıkar hesapları daima vardır. Menderes trajedisinde böyle bir olgunun izine bile rastlanmadığı en gaddar yargı süreçlerinde bile anlaşılmıştır. O ve arkadaşları belki yedek ülkeleri olmadığı için, sadece Büyük Türk Milletinin evlatları oldukları için hayatta kalırlarsa milletimiz üzerindeki tasarımların uygulanmasına engel olacakları görüldüğü için şahadet yoluna uğurlandılar.
Celal Bayar 1963 yılında bir ziyaretimizde bizlere “Menderes Türk dünyasının Hz. Hüseyin’idir.” demişti.